Haklarını yemeyelim, yaptıkları iyi işler de oldu.
Bir kere her şeyden önce ”hesap soracağız” demişlerdi, yavaştan da olsa dosyalar açıldı.
Bugüne kadar pek dokunulmayanlara dokunulmaya başlandı. Devamı gelecek gibi görünüyor.
Zor şartlarda asgari ücreti artırdılar.
Makam aracı kullanımını asgariye indirdiler.
Akaryakıta takdir edilir oranda indirim yaptılar, bazen FİF’i kullanarak zam yapmadılar.
İzaz-ikramlarda idareli gittiler. Yeri geldi ceplerinden ödediler.
Hane halkına yardım ve vekil maaşlarına artışları ya almadılar ya da bir kısmını bağışladılar.
Ekonomik kriz önlemlerinde yoksul ve engelli vatandaşlarımıza maddi katkıda bulundular.
Evet, şanssızdılar…
Bütçesiz göreve geldiler.
Ardından yerel seçimler, ekonomik kriz derken iş yapacak fazla zaman da para da bulamadılar.
Amma velakin…
Geçen bir yıl içerisinde öyle işler yaptılar ya da yapmadılar ki, halkın beklentilerinin çok uzağında kaldılar.
Daha göreve gelir gelmez Angolemli’nin Meclis Başkanlığı mevzusu ile kendi kalelerine gol attılar.
”UBP zihniyeti” dedikleri zihniyetle emekliliğine dokuz ay kalmış bürokratı atadılar.
Dome Otel’in sözleşmesinin uzatılması konusunda sınıfta kaldılar.
Vicdani Ret dediler, toplumu böldüler. Baktılar başsavcı olumsuz, GKK olumsuz, geri vitese taktılar.
Bir senede kamu reformunu geçiremediler.
Sorunlu Seçim ve Halkoylaması Yasası’na gereken ilgiyi göstermediler.
Bir ”Elektrik/Kıb-Tek/Zam” sarmalı var ki, tez konusu olur.
Her kafadan bir ses çıkıyor.
Hala bugün kabloyla elektrik gelmeli mi, gelirse iyi mi olur, kötü mü olur bilmiyoruz.
Hala bugün Kıb-Tek iyi durumda mı değil mi bilmiyoruz.
Cumhurbaşkanı Akıncı ile ilk başlarda öyle yakındılar ki, UBP’liler hükümete ”Dörtlü değil, Beşli Koalisyon” diyordu. Sonra Kudret Özersay bir adım öne çıkınca, onunla da arayı bozdular.
Kıbrıs konusunda hükümetin yarısı ”kalk gidelim” derken, diğer yarısı ”otur da yerimiz iyidir” dedi. Kabine içerisinde Erhürman gibi, Özersay gibi, Nami gibi Kıbrıs konusunun uzmanları varken, federasyon ya da alternatif çözüm önerileri üzerine ortak irade yaratamadılar.
Zaman geçti, Cumhurbaşkanlığı seçimi konuşulmaya başlandı, herkes inceden kendi yolunu çizmeye koyuldu.
Yeterince tartışılmadan emirname çıkardılar. ”Ben yaptım oldu” zihniyetiyle yürürlüğe koydular.
İşadamına aleni hakaret eden müdüre dokunamadılar.
”Hem biz hem TC kanadı hazır” dediler, hala ekonomik protokolu imzalamadılar. İçeriğini kamuoyuyla paylaşmadılar.
Döviz uçtu, ekonomik kriz memleketi vurdu, zannettiler ki zam yaparak çarkı döndürecekler.
Bu dönemde fırsatçılara göz yumdular.
”İfşa edeceğiz” dediler, etmediler. Halkı göz göre göre soyanlara seslerini çıkarmadılar.
Kurları sabitlediler, vatandaştan çok üçüncü ülkelerden gelen yabancıların yüzlerini güldürdüler.
Hükümeti eleştirenlere küstüler, gücendiler.
Velhasıl kelam bu liste daha uzar da gider…
Bakanlar Kurulu sözcüsü Kudret Özersay, ”toplantılar şeffaf olacak” dedi, sayısız toplantının ardından açıklama yapmadı.
Ayşegül Baybars Kadri, partisinin ”haksız vatandaşlıkları iptal edeceğiz” sözlerinin altında kaldı, gerekeni yapamadı.
Özdil Nami sindi, sindi, sindi… Sonra da ”elektriğe zam geliyor” diyerek müjdeyi verdi!
Zeki Çeler makama ”Zeki” olarak geldi, baktı olacak gibi değil, bu sefer de dengeyi kaçırıp önüne geleni fırçaladı. Kendi partisiyle bile ters düştü.
Fikri Ataoğlu çabaladı ama istediklerini yapamadı. Teşvikler konusunda TC yetkilileri ile sıkıntı yaşadı. İki taraf da diretince, turizmde patlama başka bahara kaldı.
Filiz Besim yeni hastane projesini devletin tozlu raflarına gönderdi, işi bir milim ilerletmedi.
Çok sıkışınca da memleket için ”ganimet düzeni” dedi.
Erkut Şahali önce bir diklendi, sonra ”bu paralar çiftçinin-üreticinin hakkıdır” diyerek memleketin parasızlıktan inlediği dönemde tıkır tıkır paraları ödetti.
Tolga Atakan hızlı başladı, kabinenin yıldızıydı. Sonra bir döviz krizi bir Girne yolu felaketi, onun da sesi kesildi. ”Önümüzdeki dönem siyasette olmayabilirim” mesajları verdi.
Kabinede en fazla ara dayağı yeyen Cemal Hoca oldu.
”Gık” dedi içerden kızdılar, ”gak” dedi TC’den bindirdiler.
İlahiyat dedi olmadı, başörtüsü dedi olmadı.
Sonuçta yılların sendikacısı, eğitimcisi, müdürü, Cemal Hoca’sı, tarihe ”defter-kitapsız okul açan bakan” olarak geçti.
Serdar Denktaş ne yaptı ne etti, bu sefer de ”hükümeti ayakta tutan bakan” payesini alıverdi.
Hakkında türlü sözler söylenirken, ”hesap sormaya benden başlayın” diyerek topu ortaklarının kucağına attı.
Halk zamlardan ezilirken, Ekonomi Bakanı gibi saklanmak yerine, basının önüne çıktı ”zam yapmaya mecburum” dedi.
Harçlara yapılan %30 zamma gelen tepkilere, ”merak etmeyin, size de %30 artış vereceğiz” dedi, vartayı atlattı.
Özel sektörü pek takmadı.
Maaş ödemenin meziyet sayıldığı bu ülkede, hükümet yatsın kalksın Serdar Denktaş’a dua etsin ki bir şekilde becerdi ve tıkır tıkır maaşları ödedi.
Yoksa bu sessiz, sakin, hükümete gereken tepkiyi göstermeyen halk ve sendikalar, onları o koltuklarda üç gün oturtmazdı.
Esas tartışmamız gereken konu budur ya, neyse…
Gelelim Başbakanımıza…
Ah hocam canım hocam…
Yüreğin sevgi dolu, üslubun yumuşak, geçmişin tertemiz, lakin yetmez hocam…
Yetmez…
Bunlar ülkeyi yönetmeye, krizi yönetmeye, partiyi yönetmeye yetmez hocam.
Randevu istersin oyalarlar, para istersin bekletirler, görev verirsin yapmazlar…
Sonunda döner dolaşır, ”kendi müdürüne bile söz geçiremez” duruma gelirsin.
Daha fazlasına değinmek istemiyorum.
Gerçekler ortadadır.
Sonuç:
Maalesef hükümetimiz birinci yılının sonunda bekleneni verememiştir.
Daha da kötüsü, hükümete duyulan güveni ve var olan umutları köreltmiştir.
Halk icraat bekliyor, hizmet bekliyor.
Artık şanssızlıkları ve tecrübesizlikleri mazaret olarak kabul etmiyor.
Hükümete sempatiyle bakıp sessiz kalanların sabrı tükenmiştir.
Yaşanacak yeni bir hayalkırıklığı, bu ülkeye ”düşen bir hükümetten fazlasına” mal olacaktır.
Umarım tehlikenin farkındasınızdır!